24 Mayıs 2010 Pazartesi

Ev yapımı müthiş ilaç - Sigara kullananlara, kansere, vereme

Merhaba Az ve Tarz dostları,

Daha önce de paylaşmış olduğum bu ilacın hazırlanışına ilişkin notlarımı tekrar düzenledim. Kendim de tarifi hazırlamaya çalıştığım için eksikleri gördüm, aklıma takılanları sordum ve şu anda tarifimiz eksiksiz.

BU TARİF, TIBBI BİR TEDAVİ YÖNTEMİ DEĞİLDİR. SÜREKLİ KULLANDIĞINIZ BİR İLAÇ VARSA, O İLACIN ETKİSİNİ AZALTABİLİR, YARARDAN ÇOK ZARARI DA DOKUNABİLİR. HER TÜR SAĞLIK SORUNUNUZ İÇİN O KONUDA UZMAN BİR DOKTORLA GÖRÜŞMENİZ GEREKİR. BU TERTİBİ KULLANMANIZIN DOĞRU OLUP OLMAYACAĞI KONUSUNDA DA BİR DOKTORA DANIŞMALISINIZ. BU SADECE DESTEKLEYİCİ BİR TEDAVİ OLARAK DÜŞÜNÜLEBİLİR...

Yine daha önce ifade ettiğim üzere bir aile dostumuzdan aldığım bu sağlık reçetesi ile doktorların en fazla '2-3 ay' ömür biçtikleri kanserli kocasını '15 YIL" fazladan yaşatabilmiş ve doktorlar kendisine ne yaptığını sorup, ilacın tarifini almışlar. Yazıyı ilk kez okuyanlar olabilir diye minik bir hatırlatma :).

Özellikle sigara kullananların, kanser, verem, kemik erimesi, diz ağrısı ve bağışıklık sistemi gibi sorunları olanların kullanmasında büyük yarar var. Ameliyat yaralarının da daha hızlı kapanmasını sağlıyormuş.

Herhangi bir sağlık sorunu olmayanların ise bir ilkbaharda bir sonbaharda 1'er kür yani 1 kez yapmasında çok çok fayda var. Böbrek problemi olanların ise bir doktora sorması iyi olabilir.

Unutmayın, tarif bir kişinin tüketimi için. Aynı karışımı kişi sayısı kadar hazırlamanız gerekiyor.

sonuç olaraaaaaaaaaak; ilk iki hazırlama denememden hareketle tekrar düzenlemiş olduğum tarife aşağıda. Sağlıkla ve mutlulukla kalın :)...

Malzemeler:

* İlk gün 2 yumurta, 6-10 adet limon (limonun sulu oluşuna bağlı olarak değişiyor)

* 3.gün 250 gr bal, 1 dilim kızamık şekeri (lohusa şekeri), yarım şişe kanyak (Rakı ebadında olanın yarısını kullanacağız)

Yapılışı:

2 tane yumurtanın dışını fırçalayarak, güzelce temizliyoruz

- Enden dar, boydan yüksekçe bir porselen/seramik/cam kaseye (Büyükçe bir çorba kasesi yeterli-salata kasesi büyük kaçar) temiz yumurtaları koyup, üzerini örtecek kadar da 'sıkılmış taze limon suyu' ekliyoruz.

- Bu şekilde 3 gün buzdolabında bekletiyoruz ve ara sıra bir kaşıkla yumurtaların yerini değiştiriyoruz ki yumurtanın her yeri limon suyu ile temas etsin.

- Bu 3 günlük süreçte yumurtanın kabukları eriyip limon suyuna karışmaya, bulandırıp, yoğunlaştırmaya başlayacak. Görüntüye takılmıyoruz, sorun yok :). Ara ara (günde 1-2) yumurtanın üzerindeki kabukları ellerimizle de hafif hafif ovuşturarak çıkaracağız, yine limon suyuna karışacak. 3.günün sonunda yumurtaların sadece zarı kalmış oluyor, kabuklar limon suyunda erimiş durumda.

- Temiz bir kaseyi önümüze koyuyoruz. Sadece zarı kalmış durumdaki iki yumurtayı, limonlu sudan alıyoruz (sırf zar diye korkmayın tutarken, öyle kolay dağılmıyor ama baskı da uygulamayın tabii). Bıçağın ucuyla yumurtaların zarını hafifçe delerek, sırayla, içlerindeki beyazı temiz kasenin içine ayırıyoruz ve atıyoruz.

- Sarısını ise yumurta kabuklarının içinde 3 günde erimiş olduğu limonlu suyla birlikte robotun karıştırma hazesine koyuyoruz.

- Bu limonlu-yumurta kabuklu ve yumurta sarılı sıvının üzerine, yaklaşık bir baklava dilimi büyüklüğünde kızamık şekerini, 250 gr. süzme balı ve yarım şişe kanyağı da ekleyip robotta, 5 dakika boyunca karıştırıyoruz.

- Bir şişeye doldurup buzdolabına koyuyoruz.

İşte size bebek şurubu görüntüsünde pembe mi pembe ama faydalı mı faydalı bir ilaç.

"İçinde alkol var, ben kullanamam ki" diyenlere hatırlatma: Uyanııın! Bütün ilaçların içerisinde alkol varmış ki damarları açıp ilacın geçişine olanak sağlasın :).

Kullanım şekli & miktarı:
Her sabah AÇ KARNINA bir likör kadehi kadar içilir
Karışım bitene kadar içilir.
Sürekli kullanacak olanlar, 15 gün ara verip, ondan sonra yeni tertipe başlar ki böbrekleri zorlamasın veya bir yan etkisi olmasın... Supradyn kullanımında da böyle oluyormuş. 15 gün ara veriliyormuş..

Önemli notlar:
*** Seyahat halinde olanlar, içi cam bir termos ile yanlarında götürüp, buzdolabı olan bir yere gelir gelmez dolaba koymalılar. Ne de olsa yumurtalı bir tarif ;)!

*** Yeni tertip ilacın 3 günde hazır olacağını düşünerek, şişedeki bitmeden hazırlamak lazım (sürekli kullanacaksak tabii).

*** Isırgan çayı, ısırganlı börek, zencefil-zerdeçal-bal gibi diğer sağlıklı gıdalarla desteklersek; vücut direncimiz daha da güçlenebiliyor.

Sağlık ve keyif dolu günler, kocaman sevgilerr :)!

Ozanay Alpkan

9 Mayıs 2010 Pazar

'Annem Annem'e... En kocaman sevgilerimle :)

'Hayat' deyip geçiştirdiğimiz şey, aslında hediyelerin en 'tarifi mümkün olmayan'ı... Size bunu armağan edene verebileceğiniz en değerli hediye ne olabilir? "Anneciğim, benim en değerli şeyim sensin. O yüzden sana seni armağan ediyorum" diyemezsiniz. Ama şöyle diyebilirsiniz:

Annem annem :),

Çok sık dile getiremesem veya hareketlerimle sürekli belli edemesem de hayattaki en değerli varlığım sensin ve içinde senin olmadığın bir hayatı düşünmek bile istemiyorum. "Annem olmasaydı, ne yapardım?" diye kendime sorduğum zamanlar oldu ama bu düşünceye katlanamadım.

İşte bu yüzden; seni -istemeden de olsa- kırdığım zamanlar için, daha sık aramadığım ve seni anlayamadığım zamanlar için, muhtelif bencilliklerim için, sana daha çok sarılmadığım, daha fazla öpmediğim, seni ne kadar sevdiğimi daha çok söylemediğim, şu anda yanında olmadığım ve belki de bu listeye eklenmesi gereken daha kim bilir neler olduğu için çok özür dilerim :(.

Benim yüzümden kalbinde hissettiğin her cızırtı, gözünden akan her damla yaş, yüzünden ve hayatından geçen her kara bulut için... Varsa, kırdığım umutların ve yaşama sevincin için... Kısacası bilmeden de olsa sana verebilmem gerekirken veremediğim her şey için çok üzgünüm :(.

Tıpkı bu fotoğrafta olduğu gibi bana sımsıkı sarılan ellerinden, sevgi dolu kalbinden, yaşama gücünden, yaratıcılığından, adalet anlayışından, her zaman haklının ve garibanın yanında oluşundan, hiç tanımadığın insanlara bile yardım etmenden, yeni tanıştığın insanlarla iki dakikada sohbeti koyulaştırabilen samimiyetinden, cömertliğinden, çoğu insan için hazmı zor dürüstlüğünden, zekandan, pratikliğinden, 'imkansız'ı bir cevap olarak kabul etmeyen kişiliğinden, olumsuzluklara direncinden ve daha pek çok sevilesi özelliğinden çok şey öğrendim. Yaptığım birçok şeyde senden ilham aldım. Her biri için ayrı ayrı ve sonsuz kere teşekkür ederim :).

Ve burnumun direği sızlayarak diyorum ki; bundan sonra seni çok daha az üzmeye çalışacağım :). Çünkü seni çoook seviyorum. İyi ki varsın, iyi ki sensin, iyi ki benim annemsin...

Kızın Ozanay

2 Mayıs 2010 Pazar

'Uygun bir zaman' işleri

Sevgili Az ve Tarz dostları,

Sizlerle buluştuğum ilk blog yazımda, yazılarımı da hayatımı da sizinle paylaşacağımı söylemiştim. Hayatımın bugünkü bölümünde biraz ıvır-zıvır işleri vardı. Çok basit olduğu halde bir türlü yapıp da kafamızdan atamadığımız işlerden bir bölümünü hallettim bugün. Kendimi çok daha iyi hissettim; tavsiye ederim...

Bu konu size anlamsız veya fazla basit gibi görünebilir ilk anda ama bir düşünün, mutlaka sizin de vardır böyle 'uygun bir zaman'ı bekleyen işleriniz. Oysa insanın sırtına nasıl da yük olur bu minik minik işler... Farkında bile olmadan, alttan alta kemirir insanı. Bir türlü sıraları gelmek bilmez ki yapılsın, bitsinler.

"Şunu yazayım da öyle yaparım", "Yemek yiyeyim de ondan sonra artık", "Daha markete gitmedim, şimdi olmaz", "Sinemadan döneyim de o zaman yaparım artık", "Annemler gelsin sonra", "Röportajı çözeyim öyle" türünden tonlarca cümlenin ardından olay "Yaz var, kış var; bir ara yaparım canıım"a döner ve ondan sonra da ipin ucu kaçar, tutabilene de aşk olur...

İşte bu noktaya gelmeden, bu minik ama mıncık işleri azar azar temizlemek lazımdır. O işler temizlendikçe, hayatınızda ve kafanızda da yer açılır. Ruh haliniz bile değişir, hafiflersiniz.

Haydi o zaman siz de biraz hafifleyin. İster bir düğmesi eksik diye aylardır giyemediğiniz gömleğinizin o eksik düğmesini dikmek olsun bu iş, ister muhtelif kağıtlardaki telefon numaralarını telefon defterinize geçirmek veya biraz daha zoru, zaman isteyeni; bir yerden başlamak gerekiyor. Ve o adına 'uygun bir zaman' denilen şeyden de pek kolay bulunmuyor.

Bize düşen 'Bir yerden başlamak' ve tüy gibi hafiflemek olsun o zaman!

Not: Üstteki minderi, hiç de boş olmadığım bir zamanda yapmıştım.

Ozanay Alpkan

30 Nisan 2010 Cuma

Ay ile sohbet…

Bugün ay ile konuştum oturduğum yerden, hem de hiç aklımda yokken... Rehavetin tembellik hırkası üstümde, bergamot kokulu çayım elimde; deniz ve huzur ikilisi arasında zevkle gidip gelirken... Bir ses duydum sanki… Bir şey dürttü birden... Gözüm aya ilişti ve bir de ne duyayım? “Bana bak” dedi ay bana durduğu yerden.

Baktım...

Uzun süre gözlerimi de alamadım, düşüncelerimi de gökyüzünden. Dünyanın en büyük lambası bugün sarımtırak bir ışıkla öpüyordu beni. Bıraktım öpsün dilediğince… Bana düşen tadını çıkarmaktı sonuçta sadece… Sonra silkindim, dünyaya döndüm ama aydı konuştuğum ve haliyle sorularımı da ona sordum. “Neden bu kadar güzelsin?” dedim ona öyle birden… “Nasıl bu kadar etkileyici olabiliyorsun bu kadar uzak, yalın ve neredeyse hareketsizken?”. Cevap verdi bana belli belirsiz bir tebessüm ile ve tevazusundan hiçbir şey kaybetmeden “Çünkü uzağım, yalınım ve neredeyse hareketsizim”.

Düşündüm…

Öyle çok uzun da değil, kısa bir an düşündüm… Haklı olduğuna inandım ayın ama bir yerde de takıldım. Ayın güzelliği tek başına değildi ki… Ben onun önce denizin üzerine yayılmış dalga dalga gümüş renkli elbisesini görmüştüm. Eteklerinden yukarıya doğru yavaşça kaymıştı gözlerim. Sanki ilk kez görür gibi bakmıştım yine; yavaşça, dikkatli, uzun süre ve sadece gözümle değil tüm bedenimle görmeye çalışarak.

Gördüm…

Ne anlatmaya çalıştığını gördüm. Büyük hareketler yapmak veya devasa dalgalar yaratmanın değil; sakin ama tutarlı ve kararlı olmanın önemli olduğunu. Ve hep devam etmenin… Sonra birlik ve beraberliği anlattı bana. “Bir tane dalgacığı göremezsin ama bak burada binlerce dalga var aydınlattığım. Hepsi bir araya gelince kocaman bir deniz olur, başka bir dünya olur çıkar” dedi. Binlerce renk taşımasa da her şeyin ve herkesin çok güzel, çok özel ve biricik olduğunu söyledi.

Bir kez daha anladım…

Görebildiklerimiz kadar göremediklerimizin, duyabildiklerimiz kadar duyamadıklarımızın, dokunabildiklerimiz kadar dokunamadıklarımızın da öğretici olduğunu. Bakmak ile görmenin çok farklı olduğunu… Bakanlardan çok ‘görenlerin’ farklı düşünebileceklerini çünkü görenlerin, aslında her şeyin tek ve bir olduğunu, hiçbir fark olmadığını anlayabileceklerini… Hepimiz aynı tanrının yarattığı aynalarız sonuçta; tıpkı ayın denize vuran ışığıyla yarattığı gibi… Başka insanlarda kendi yansımasını gören ama başka biri olduğunu zannederek kızan, gördüklerini beğenmeyen, kibirli aynalar…

28 Nisan 2010 Çarşamba

Dünyanın en güzel kokusu ile randevu


'Dünyanın en güzel kokusu' deyince, hangi isimleri sıraladığınızı duyar gibiyim; hanımeli, nergis, sümbül, leylak, gül, vanilya ve daha kim bilir neler... Ama hayır, bilemediniz. Benim için dünyanın en güzel kokusu, gerçek bir tarla domatesinin kokusuydu bugün.

Ya siz? Tepesindeki o yeşil bölümü kopardıktan sonra burnunuzu dayayıp, derin derin içinize çektiniz mi hiç? En son ne zamandı? Cevabınız "Hayır, denemedim" ise yanıtım "Denemek için ne bekliyorsunuz?" olacak.

Ben bugün yine -sık sık yaptığım bir şeydir çünkü- bir domatesin dibini kokladım ve kokunun sadece burnumda kalmasına izin vermedim. Burnumdan kalbime, hücrelerime, iliklerime ve vücudumun her bir zerresine kadar yayıldı. Bir tür huzur da yayıldı kokuyla birlikte içime. Çocukluğuma gittim. Anneannemin bahçesinden kopardığım domatesle buluştu yine kalbim, gözlerim, tüm duyularım.

Mutluluk olup dudaklarıma ulaştı, gülümsetti beni yine... Bir çocuk gibi gülümsedim hem de... Bir çocuk gibi sevindim. Tazelendim, dirildim. Ne kadar şanslı olduğumu duyumsadım bir kez daha. Anılarla dolu bir hafızam, koku alan bir burnum, aldığı kokuyu mutluluğa dönüştürebilen duygularım olduğu için... Gülümseyebildiğim, yürüyebildiğim, yemek yiyebildiğim ve bunu yaparken büyük bir zevk alabildiğim için...

"Ne de marifetli domatesmiş, abartmayalım" dediniz; duydum :)... Evet, öyleydi. Dinlemeyi bilirseniz, tüm güzelliklerde vardır bu marifet. Tüm güzellikler ise doğada ve doğallıktadır bence.

İşte bu nedenle; hepinize doğa ile, doğallık ve güzellik ile dolu bir hayat dilerim.

Ozanay Alpkan

27 Nisan 2010 Salı

Tasarımlarımm =)




Merhaba arkadaşlar,

Biraz da tasarımlarımı paylaşmak istedim sizlerle. Bakalım beğenecek misiniz?

Az ve Tarz'dan merhaba :)...

Herkese merhaba,

Uzun süredir aklımda olan bir şeyi daha gerçekleştirmiş olduğum için çok mutluyum. Öncelikle bunu paylaşmak isterim, blogumu ziyaret edecek olan herkesle...

Burada yapmayı hedeflediğim asıl şey ise hayatımı ve hayatı güzelleştirdiğine inandığım her şeyi sizlerle paylaşabilmek. Belli bir konuyla kısıtlamak istemiyorum bu blogu çünkü hayatımı olabildiğince çok yönlü ve sıradanlıktan uzak kılmaya çalışıyorum.

Bu yolculukta sizler de benimle olursanız; sahip olduğum her iyi ve güzel şeyi sizlerle paylaşacağıma ve sadece ama sadece 'iyi' olanın peşinden gideceğime söz veriyorum. Sonuçta neler olacağını ise hep birlikte göreceğiz.

Alakasız olacak belki ama "İçinizdeki mutluluğa yapışın ve kimsenin bu güzel hamura zehir katmasına izin vermeyin" demek istiyorum sizlere. Ahkam kesmiş gibi oluyorum, biliyorum ama niyetim iyi...

Ve lütfen şunu da hatırlayın:

Siz izin vermezseniz; hiç kimse ve hiçbir şey sizi mutsuz edemez. Gerçekten... Hiç kimseye de almak istemediği, hazır olmadığı bir şeyi veremezsiniz; debelenmeyin boşa. İşte... blogum daha ilk yazımdan yön değiştirmeye başladı bile :)...

Sanırım buradan sürekli olarak 'herkesin mutlu olması ve kendisini iyi hissetmesi için' bir şeyler geveleyip duracağım.

Bu durumdaaa... Ozanay Abla blog-hattına hoşgeldiniz :)!

Ozanay Alpkan