23 Aralık 2011 Cuma

Dışarıdan baktım bir tane, mikroskobu taktım bin tane

Dünya bizim gördüğümüzden, görebildiğimizden ne kadar farklı, ne kadar karmaşık ve ne kadar akıl almaz aslında. Dışarıdan baktığımızda dümdüz görünen bir cam, içtiğimiz bir bardak su veya boynumuza sardığımız bir atkı; hiç de göründüğü kadar düz, basit değil oysa… Kendi içlerinde son derece karışık, karmaşık, mucizevi bir yapıları, yapılanmaları, kurguları var.

İnsan bedeni de öyle… Aynada baktığınız saçlar, gözler, kulaklar, dişler ve tüm diğer organlar; birçok farklı hücre ve doku sistemi sayesinde varlar. Mikroskop altına aldığınızda ise daha önce hiç görmediğiniz renkler, biçimler ve hareketler var bu çok uzak, bilinmeyen ve çoğumuz için karanlıkta olan tarafta. Bilmemiz de gerekmiyor belki her şeyi. Merak iyi bir özellik elbette ama hepimizin aynı şeyleri merak etmesi çok olası değil. Herkesin merak etmesi gerekmiyor dedik ama bilim adamları için bu geçerli değil elbette. Bizler için son derece sıra dışı olan gerçekler, renkler, şekiller, isimler, kavramlar; onların gündelik hayatlarının sıradan parçalarını oluşturuyor belki de.

Hep merak etmişimdir; insan nasıl bilim adamı olur, buna nasıl karar verir. O kadar zorlu, o kadar meşakkatli, sabır isteyen, sevgi isteyen, akıl isteyen, en önemlisi ‘zeka’ isteyen bir iş ki… Mesela, “IQ’su şu değerin altındaki insanların bilim adamı olması olanaksızdır” diye bir bilimsel standart var mıdır? Gündelik hayatlarında bizden çok farklı olarak neler yaparlar, neleri hiç yapmazlar? Beyinlerinin işleyişi, düşünme ve olaylara yaklaşma tarzları nasıldır? Her şeye bilim gözüyle mi bakarlar? Düz mü düşünürler? Her şeyin olmasa da birçok şeyin asıl sebebini –mesela biyolojik sebeplerini- biliyor olmak, insanlara bakış açılarını değiştirmiş midir? Birisi ağladığında örneğin, “Neden üzgün acaba, ne yapabilirim onun için?” yerine “Şu anda gözyaşı torbalarındaki sinir uçlarına uyaranlar gittiği için, göz pınarlarından su çıkıyor” mu derler? Peki ben şu anda saçmalıyor muyum? Belki… Ama gerçekten merak ediyorum.

Merak ettiğim başka şeyler de var. Örneğin; bizim ülkemizde yapılan bilimsel çalışmaların yoğunluğu, başka ülkelere kıyasla ne düzeydedir? Bunun için ayrılmış devlet ödenekleri var mıdır? Varsa, ne kadardır, yeterli midir? Bizlerin, halkın bu çalışmalara katkısı var mıdır? Olabilir mi? Ne olabilir? Maddi veya araştırma boyutunda yani… Gönüllü denekler olabiliyor muyuz, aklımıza yatan bir konuda? Bilim adamlarımızın sayısı, başka ülkelerdeki ile aynı mı? Sayı her zaman başarı kıstası olmasa da… Sonra… İşlerini rahatça yapabilsinler diye bu insanların hayatlarını kolaylaştırıyor muyuz ülke olarak, sistem olarak? Bilim adamlarının haklarını koruyan bir sendika var mı mesela? Az çok takip edenler bilirler, bende sorular tükenmez…

O nedenle, işte toparlıyorum; eğer bugün az gelişmiş ülkeler arasında isek, bilime gereken önemi vermeyişimizin ve onun da geri planında, çocukları araştırmaya, sormaya, bilime yöneltmeyişimizin, bunda payı olduğuna inananlardanım. O yüzden lütfen biraz daha destek, biraz daha gayret…

Ozanay Alpkan

12 Aralık 2011 Pazartesi

Ahmet Maranki: “Herkesin bir rengi ve kokusu vardır”

İstanbul Üniversitesi T. Endüstri Mühendisliği’ni bitiren, 1993 -1998 yılları arasında diplomat olarak görev yaptığı Azerbaycan’da eğitim alarak hem Bioenerjist hem de Ekstrasens ünvanlarını alan ve yılın en başarılı Yabancı Bilim Adamı” seçilen Ahmet Maranki ile taşlı - çakralı, renkli - auralı, kozmik ve enerjik bir röportaj...

Röportaj: Ozanay Alpkan


O.A.: Tıp doktorları bir yana; insanların da çoğu alternatif tıbba sıcak bakmaz. Şifalı taşlar, kozmik enerji ve astrolojinin sağlıkla bağlantısı gibi konulara, “siz” nasıl ilgi duydunuz? İnanmayanları ikna etmeniz gerekseydi, ne derdiniz?
A.M.: Ben Amerika’da Dibakey’nin merkezinde, tarım çiftliklerinde ve Rusya’da çok çalıştım. Devlet adına görevler yaptım orada. Rusya’da da tüm bu sistemi araştırdık ve inceledik ama bunları görmeye de gerek yoktu. Eskimez tüm metodlarda, birçok eski kitapta taşlarla, bitkilerle, astroloji ile ilgili bilgiler var. Din bu konulara el atmış çünkü bunlar insan ile ilgili. İslam konusunda yazanlar, insanlar konusunda da birçok bilgi eklemişler ama biz bunları okumuyoruz. Benim en büyük merakım da okumak. Okuduk, araştırdık.

Türkiye’de şarlatanlık olarak görülen şeylerin, yurtdışında okulu var. Burada sibernetik bile okutulmazken üniversitelerde, İsrail’de Cin Üniversitesi var. Cinler ve enerji boyutları üzerine çalışmalar yapılıyor. Bunların hepsi bilimseldir. Google’a girip Parapsikoloji yazdığınızda, dünya üzerinde on bine yakın adres verecektir size. Rusya’da, Fransa’da, Almanya’da, İsrail’de, Amerika’da ve başka ülkelerde birçok örnek var. Hadi Rusya’yı boş verin; Fransa’da kaç tane parapsikoloji merkezi var, bir bakın. Marsilya, Kanada ve Nevada’ya gidip, yerlerinde araştırma yapan birisiyim ben. 15 katlı parapsikoloji merkezleri var. Bu koca binalarda, bin tane insanın hepsi de fal bakmıyor herhalde…

Taşların enerjisi, mistik inançlarda da vardır sonra... İsa’nın İncil’inde, Musa’nın Tevrat’ında, Kuran’da ve büyük öğreticilerin öğretilerinde yer alır. Peygamberlerin sünnetinde de vardır. Örneğin “Yüzük takınız” denmiştir ama kimse ne denmek istendiğini düşünüp, anlamadığı için uygulanamamıştır. Örneğin kulağınıza bir küpe takıyorsunuz, o tiroidinizi tetikliyor. Oysaki absorblaması lazım. Kulağınızın memesi de ana rahmindeki insanı ve beyni temsil eder örneğin ve bu nedenle kulağınıza ne taktığınız çok önemlidir. Taş çok önemlidir ve biz taşları kitaplarımızda, bilimsel olarak anlatıyoruz. Örneğin Topaz’ın aurasını, yaydığı enerjiyi görüntülüyor ve gösteriyoruz. Yani konu sadece taşı anlatmak değil, taşta ne olduğunu anlatmak. Bir de “aklı, gözüne inen” insanoğluna gösterebilmek gerek.

“Enerji emici bir yüzük takanın; cinsel içgüdüleri kaybolabilir, çocuğu olmayabilir”

Taşın şekli de çok önemli bu arada. Kristalin yaydığı yoğun bir enerji vardır örneğin ve kristaller çok etkilidir. Bu odada size yönelik bir kristal olsun mesela; ağrınızı giderebileceği gibi, tersine, ağrı da yapabilir çünkü şekil de çok önemlidir. Neden benim evimin çatısında bir prizma var mesela? Oradan aldığı enerjiyle tedavi mi oluyor insanlar? Rahatlıyorlar mı, huzur mu buluyorlar? Kristal, üçgen, açılar… Bunlar neden önemli? Çünkü hepsinin bir enerjisi var. Elbisenizin rengine göre taş takarsanız, sıkıntı yaşayabilirsiniz.

Örneğin, 40 - 45 yaşında, menopoza girmiş, hormon kaynaklı sıkıntıları olan bir kadın kulağına, enerjili bir küpe takarsa; yüksek tansiyon veya migren gibi sıkıntıları olabilir mi? Oluyor, bunları yaşıyoruz. Veya evlenme yaşında bir genç, enerji emici bir yüzük takarsa; cinsel içgüdüleri kaybolabilir, çocuğu olmayabilir. Bunlar çok önemli şeyler. SPA merkezlerinde, taşla terapiler vardır. Biz bunu dünyada ilk defa, taşın enerjisini görüntüleyerek sunuyoruz. İnsan bedeni üzerindeki enerji merkezlerinin taşları vardır. Herkesin bir rengi, taşı ve kokusu vardır. Sesi vardır.

Tabii bu taşın yine sadece rengi değil masası ve üzerindeki kesikler önemlidir. Tene değmesi gerekir. Ayrıca daha önce belirttiğim prizma şekli ve kesiklerin açıları çok önemlidir çünkü enerjiyi toplayıp aktarırlar. Açıları doğru ayarlayamazsanız, enerjiyi de alamazsınız. Hepsi doğru ise canlanırsınız, yoksa takmanızın hiçbir manası yoktur. Prizmanın bu özelliğini de bilimsel olarak gösteriyoruz. Sadece anlatarak, toplumu inandıramazsınız. Bilimsel veriler de sunmak gerekir.

Hazırladığımız tüm setlerde bu verilerden hareket ediyor, taşları ve takıların formunu, buna göre hazırlıyoruz. Kalıplar da bizimdir. Özel olarak Hindistan’da hazırlanıp gelmiştir. Gümüşü orijinaldir, buradaki gümüşler gibi değildir. Taşlar orijinaldir. Kalıplar da Kozmik Bilim olarak bize aittir. Bizim kozmik takılarımız farklıdır. Üzerindeki taşlara dokunduğunuzda; sivrilikleri, piramitleri fark edersiniz. Arkaları açıktır ki tene temas etsin, taşın enerjisi buradan mide kanalı, böbrek kanalı, pankreas kanalı, idrar kesesi kanalı gibi ilgili organlara ulaşsın. Enerji eksikliği varsa arttırsın, fazlalığı varsa absorbe etsin. Bunları yapmadığınızda, netice alamazsınız.

Sonra mesela birisinin kullandığı taşı kullanmak da iyi değil. Beğenseniz, size hediye etseler; taşın size alışması 3-4 ay. Belki de hiç alışmayacak, sıkıntı yapacak. Tabii bir de temizlik konusu var; nasıl tabaklar kirleniyor, saçınız kirleniyor. Taşlar da kirleniyor. Hatta öyle bir kirleniyor ki, siz toplumda önemli birisiniz mesela; bir ortama giriyorsunuz ve yakanızda bir broş var. Oradaki tüm kötü enerjileri üzerine topluyor. Hemen temizlemeniz lazım o taşı. Temizleme de sularla, sirkeyle ve toprağa gömülerek yapılır. Aslına döndürerek yani bir bakıma…

“Piyasadaki taşların coğu; taş, cam veya mika tozlarından yapılmıştır maalesef…”

O.A.: Taşların enerjisi kadar ebat ve renklerinin de iyileşmeye katkısı var mıdır? Neden?
A.M.: Tabii, mesela 17 kadar mor taş çeşidi vardır ve bunların en güçlüsü de ametisttir. Moraliniz bozuksa, mora bakacaksınız. Müthiş bir şey… Bununla kendinizi dengelediniz, güzel ama akik ile de kalbinizi dengelemeniz lazım. Sitrin ile midenizi, Aytaşı ile haranızı, Kırmızı Akik ile cinsel organlarınızı dengelemeniz lazım. Bunlar biraz pahalı taşlar sonuçta ve hepsinin dalga boyları, yaklaşık olarak aynıdır. Diyelim ki Sitrin’in dalga boyu 3,5.10 üzeri 5’tir. Biz 4,5 ile 5,5 arası taşları, bu gruptan sayarız. Dolayısıyla, o organda faydasını gösterir. Diyelim ki Kök Şakra’nızda -yani kırmızı bölgenizde- sıkıntı var ama taşınız da mor, Ametist. Onu dengelemek için burada Kırmızı Akik’i mutlaka kullanıyoruz. Bu arada şunu da söylemek lazım, piyasadaki taşların çoğu –maalesef- taş, cam veya mika tozlarından yapılmıştır. Neden? Pahalı oldukları için. Çok acı bir şey…

"Bütün Osmanlı Sultanları, Lal Taşı takmıştır"

O.A.: Taşlar ile çakraların bağlantısı nedir? İnsanların auralarını görmek nasıl mümkün olabiliyor? Çakralar, auralar ve taşları bir arada değerlendirmek gerekse; ne tür bir bağlantıdan söz edebiliriz?
A.M.: Kristale güneş ışığını vurduğunuzda, yedi renk çıkıyor bakın. Yedi renk ne ile alakalı? Bizimle alakalı. İnsanda yedi şakra, yedi salgı bezi var; mor, lacivert, sarı, yeşil, mavi, turuncu, kırmızı. Yedi kat semadan alınan bir enerji. Yaratıcı insana her şeyi vermiş ve biz de bunu almak için taşları kullanabiliriz… Hara Şakrası’nın taşı Aytaşı’dır, Karın Şakrası’nın Sitrin’dir. 1. Şakranın yani Kök Şakrası’nın taşı kırmızıdır. Bunlar nedir? Akik, Mercan, Lal Taşı. Lal taşı yoğun bir enerji verir, içgüdüleri tetikler. Bütün Osmanlı Sultanları Lal Taşı takmıştır mesela; yüksek enerji vermesi için. Yedi taş, yedi renk çok önemli. Yapılan çalışmaların bilimsel olması da çok önemli. Bu nedenle, oluşturduğumuz kozmik takı setlerinde de yedi renk var. İki yıl da garanti süresi vardır.

Ayın karnı büyür, “At” der…

Düşünelim biraz. Taşa ışık gelince yedi renk veriyor. Nasıl oluyor? Kristal olduğunda, kesildiğinde veriyor. Diyelim ki siz bir yerden güneş enerjisi alamadınız. Güneş burada iken sizin tablanız başka tarafa bakıyorsa, alamazsınız çünkü taşlar, kainatta olan güneş enerjisini insan bedenine aktarıyor. Bu nedenle taşların kenarına onlarca prizma yapıyoruz. Biri olmasa diğeri mutlaka ışığı yakalayacak, yedi renginizi besleyecek. Bir de rengin rengi var. Bir alana bir bedava gibi… Yani o yedi rengi bir de mor taşla aldığınızı düşünün örneğin, daha da büyük bir enerji alacaksınız demektir. Bunları da düşünen yok.

Bir de dikkat ederseniz, bizim erkek yüzüklerimizde hilal şekli vardır, yıldız vardır. Bunlar çok önemlidir, astrolojik değer taşırlar. Kuranda ve bütün mistik kitaplarda “Ayın hareketinden, gökteki yıldızlardan ibret almaz mısınız?” diyor. Demek ki bir şey var… Ay bir hilal oluyor, bir yarım, bir dolunay… Bunlar da ne oluyor? Örneğin biz arınma (detoks) yapıyoruz. Ayın 9’unda başlıyoruz. Ayın karnı büyüyor büyüyor. Ne diyor? At. 15’i dolunayda da yağ-limon içiriyoruz, bir temizlik yapıyoruz; avuç avuç taşları, kumları, çakılları atıyoruz vücuttan… Dolu balon şişmiş, biz onu deliyoruz ve bütün pisliğini atıyor. Ve neden bu ülkede bunlar konuşulmuyor? Neden hekimlerimiz, uzmanlarımız bunları anlatmıyor? Amerika’da, Avrupa’da ve Rusya’da detoks çok yaygın. Aynı şekilde Odessa’da, Marsilya’da, Adriyatik’te ve daha birçok yerde detoks kampları çok yaygın. Neden ülkemizde yaygın değil, düşünmek gerek. İşte biz, tüm bu sistemi, “integratif tıbbı” kullanmaya çalışıyoruz. Taşlar da bu integratif tıbbın, önemli ve vazgeçilmez bir parçası, bir bölümüdür.

“Kırmızı bir odada ancak 'aşk' yaparsınız”

Bir: bilimsel olarak ifade edilmiştir ki bedene enerji verir. İki: ölçülerek belli bir desibel, hertz ve cycle enerji boyutları vardır. Üç: renkleri itibarı ile de faydaları vardır. Şu koltuğun mor renginin de bir dalga boyu vardır. Örneğin; kırmızı bir odada siz ancak aşk yaparsınız çünkü Kök Şakra’nız açıktır. Nasıl ki Lacivert odada düşünebilirseniz ve sevgi üretemezseniz, kırmızı odada da düşünce üretemezsiniz. Bunların hepsi bilimseldir. Maalesef ülkemizde biz bazı konularda zorlanıyoruz, İslam toplumu olarak. İşte, “Taşların enerjisi olur mu?” gibi… Oysa Peygamberler ve büyük öğreticiler, “Yüzük takın” diye hüküm vermişlerdir ama hangi taş olduğunu bileceğiz, o çok önemli.

Ayrıca, bu fikrin savunucusu olan Selçuklu ve Osmanlı’da 400 seneye yakın bir süreçte ve 100’e yakın Darülşifa’da, Edirne Darülşifası’nda; renk odalarında, su sesi ve taşlar ile insanlar tedavi edilmiştir. Şu anda da Edirne Darülşifa’sına giderseniz -valilikçe yapıldı- ve yeşil odaya girerseniz; kalp hastalarının su sesi ile tedavi edildiğini göreceksiniz. Ne oldu şimdi bunlar? Yerlerini “modern” kimyasal ilaçlara ve teknolojilere bıraktılar. “Modern tıbbın gereği” diye, yüzlerce yıl şifa vermiş o tarihi Darülşifalar şimdi restore edilip halı mağazası oldu. Tabii ki modern tıbbın engin tecrübelerinden istifade edelim, hekimlerimizin kontrolünde olalım ama kozmik bilim olarak biz de diyoruz ki; bu tedavilere yardımcı olarak -hastaları ancak hekimler tedavi eder- “Ne renk elbise giyeceğinizi, odanızı hangi renge boyayacağınızı bilin”. İkinci olarak, -özellikle hanımlar çok meraklılar takıya çünkü yıllara dayanan bir kültür bu- hangi taşı, ne şekilde, ne zaman, nereye ve hangi saatte takacaklarını bilmelerini öneriyoruz. Aynı şekilde bitkilerin, termal suların, nokta masajının, detoksun, doğanın, güneşin, astrolojinin, yıldızlarınızın-gezegenlerinizin de sağlığa büyük katkıları olduğunu ve bunları bilip kullanırlarsa, çok daha sağlıklı yaşayacaklarını, hastane kapılarını çok daha az aşındıracaklarını düşünüyor, bu yöndeki kanaatimizi söylüyoruz. Kainattaki 400 bin çeşit bitkinin, sadece inekler yesin diye yaratılmadığını düşünüyorum. Canım sıkkınsa Sarı Kantaron içiyorum örneğin. Midem rahatsızsa patates yiyorum ama kızartarak kendimi yok etmiyorum. Bakın patates sarıdır. Rengi mide şakrasının rengidir ve şekli de mide gibidir.

O.A.: Çok güzel söylüyorsunuz ve ben de doğanın şifasına inanıyorum ama o kadar çok alt başlık var ki, hepsini nasıl toparlayacağız?
A.M.: Doğru taşınızı, renginizi, kokunuzu bulacaksınız. O kadar zor değil. Kitaplarımızdan yararlanabilirsiniz veya ücretsiz danışma hattımızı arayabilirsiniz. Sizin psikolojik bir sıkıntınız var veya depresyon ilaçları kullanıyorsunuz diyelim. Tepe Şakranız ile ilgili bir durum olduğu için reyhan, lotus veya günlük kokularını tercih etmeniz lazım ki psikolojiniz düzelsin. Ama siz bunun yerine gül kokusu kullanırsanız -sizin kokunuz olmadığı halde- eşiniz de sizden memnun kalmaz. Bir filmde bile işlenmişti; kadın bir koku sürüyordu, adam kadından uzaklaşıyordu. Başka bir koku sürüyordu, yaklaşıyordu. Biz tüm bunları toplumla paylaşıyoruz işte. Taş deyince, sadece şekli güzel bir taş olması yeterli değil. Örneğin bu taşların gümüş üzerinde kullanılmasını öneriyoruz. Hanımlara altın olabilir belki ama erkeklere önermiyoruz çünkü bunları da araştırdık ve hem mistik boyutta hem de büyük öğreticilerin koydukları kurallarda böyle. Bizi programlayan yaratıcı, bizim neyi yiyip-içmemiz, neyi takıp-takmamamız gerektiğini, prospektüsümüzde bildirmiş ve neticede bakıyoruz ki % 100 üst üste oturan doğrular çıkıyor ama siz bunları bilmeden taşınızı takarsanız, bir takım sıkıntılar çekebilirsiniz.

Bunları bilmek lazımdır. Örneğin Gümüş, Titanyum ve Alüminyum; bedene müspet enerji yayarlar. En güçlü enerjilerden biri ise Kabe’deki Hacer-ül Esved taşındadır. Bu taşa insanların mutlaka dokunması lazım “Ben geldim diye”. Hac sırasında bu taşa değebilenler değiyor, değemeyenler uzaktan bakıyor. Bu taş belki de o bilgileri kaydediyor ve belki bir gün bir hesap günü olduğunda; o taşlar size şahitlik ediyor. Taşların bu tür bir kayıt alma fonksiyonları da var. Artı, bedendeki açlık-tokluk hisleri ile de ilgili enteresan şeyler vardır. Peygamberler zamanında mesela, aç kalınan günlerde mideye taş bağlanırmış. Acaba onlar bedene, mideye enerji mi veriyordu? Araştırılması lazım.

Bir de şunu hatırlayalım; kainattaki hiçbir şey boşuna yaratılmamıştır, organlarımız da. Örneğin, “Safra kesemi aldırdım, artık rahatım” diyemeyiz. Aldırdıysak, kalın bağırsak problemi olmadan yaşayamayız. Bedenimiz bir saat gibidir. Siz o saatteki 100dişliden birini çıkarsanız, saat düzgün çalışır mı? Yaratıcının verdiği formatı bozmayalım...