20 Kasım 2011 Pazar

Mikro ve makro kozmosun sudaki yüzü: EBRU

MİKRO VE MAKRO KOZMOSUN SUDAKİ YÜZÜ: EBRU

Mimar Sinan ve Marmara üniversitelerinin Türk El Sanatları bölümünde ‘Ebru’ dersleri veren ve biri İngilizceye çevrilmiş 9 kitabı olan Prof. Dr. Hikmet Barutçugil ile Bülbülyuvalı-Somakili, Amerikalı-Çinli, desenli ve haliyle, ‘hafiften kokulu’ bir sohbet…

Röportaj: Ozanay Alpkan
İlk yayınlanma yeri: Creativ Dergim

O.A.: Akademik geçmişinizi ve Ebru sanatı ile nasıl tanıştığınızı öğrenebilir miyiz?
H.B.: Bu aşk kalbime 1973’te düştü. Devlet Güzel Sanatlar Akademisine bağlı Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu Tekstil Bölüm öğrencisiydim. Derslerimden biri Latin alfabesi yazı dersi idi. Hocam da rahmetli Emin Baran. İlgisizlikten biraz yakınarak çeşitli hikâyelerle bu sanatlara karşı bizi özendirmeye çalışıyordu. Hatta o günlerde İstanbul Üniversitesi’nin Cümle Kapısı’nın restorasyonu yapılmıştı. Türkiye’de onu restore edecek uzman varken her ne hikmetse bulamamışlar, İspanya’dan uzman getirip o kitabeyi tamir ettirmişlerdi. Rahmetli hocam bu olaya çok kızmış ve kırılmıştı. Bunun üzerine hat sanatına başladım.

Bir gün hocama “Ben yeni yazıda bir şeyler yapıyorum, biraz da eski yazıyla bir şeyler öğrenmek istiyorum. Acaba nasıl olur?” dedim. Süleymaniye Kütüphanesi’ne gitmemi, orada çok güzel hat örnekleri olduğunu, incelemem gerektiğini söyledi. Oraya gittiğimde hat örneklerinin dışında Ebru çalışmalarını da gördüm. O zaman kadar Ebru ile ilgili hiçbir bilgim yoktu. Nasıl yapıldığını bilmiyordum. Tabi insan eğitim almaya başlayınca; daha bir aşkla, şevkle yaklaşıyor sanat eserlerine ve onları daha fazla ciddiye alıyor. Akademide renk bilgisi alıyorum ama baktım, işin içinden çıkamıyorum. Boya izi yok, fırça izi yok. İşte o an, bu aşk gönlüme düştü. O gün bugündür, kendi kendime bu sanatı öğrenmeye çalışıyorum.

O.A.: Ebru sanatını diğer geleneksel sanatlardan ayıran en önemli özellikleri neler?
H.B.: Geleneksel sanatları bir bütün olarak görmek lazım ama Ebru sanatı, yapılışı itibarı ile çok doğal görünümler ortaya çıkarıyor. İstesek bile, hiçbiri birbirinin aynı olmuyor. Hatta, çok benzer iki Ebru’yu yan yana sergilemek, çok büyük maharet sayılıyor. Bu hızlı gelişim, Ebru sanatının terapik özelliklerini de ortaya çıkartıyor. Bir de bu sanat, günümüzde çok büyük bir tekâmül gösterdi.

Tarih içinde; kağıt boyama, cilt ve yazı sanatına yardımcı bir sanat gibi değerlendiriliyordu. Kapakta, yan kapakta ve yazıda da bazen iç pervaz bazen de dış pervaz denilen şekilde kullanılıyordu. Günümüzde ise çok farklı bir yere geldi ve resimle, minyatürle, gravürle, fotoğrafla birleşti. Hatta daha da ileri giderek, elektronik ortamda simetrileri yapılmaya başlandı; fraktal geometrinin Ebru ile birleşimi ortaya çıktı.

Bu arada kullanım alanları da değişti. Mesela iç mimaride kullanılabilir özellikler ortaya çıktı. Bir tavan oldu, bir mobilyanın parçası oldu. Tekstil ile birleşti; perde oldu, yatak örtüsü oldu, eşarp-fular zaten oluyor kolaylıkla. Ebru’nun diğer sanatlardan farklılığı bunlar.

O.A. : Az bilinen, ilginç bir özelliği veya kullanım alanı var mı? Sanat dışında en çok kullanıldığı sektör nedir?
H.B.: Tekstil ve seramik sektörlerinde kullanılıyor. Yaptığım bazı yeniliklerle, diğer plastik sanatlar gibi çerçevelenip duvara asılabilen sanat eserleri gibi oldu. En son yaptığım yenilik, suyun yüzeyinde çizimler yaparak hikâyeler anlatan videolar. Ebru eşliğinde hikâye anlatıyoruz. Bir TV dizisinin intro bölümleri olarak başladı. Osman Sınav ile birlikte gerçekleştirdik. Ebru ile çizimler yapıp, hikâye anlatıldı ve ilginç bir özelliği ortaya çıkmış oldu böylece. Hatta Ebru’yu dans ve müzik ile de birleştirdik. Büyük bir sahnede Ebru’lar yapılıyor ve onun önünde dans ediliyor, müzik var. Bu Ebru’ya kattığımız en son yenilik oldu.

Diyebilir miyiz ki “Resim sadece tuvale yapılır”?

Ebru’yu, resim, heykel ve mimari gibi bir sanat dalı olarak düşünün; biz diyebilir miyiz ki “Resim sadece tuvale yapılır, başka hiçbir şeye yapılmaz”, “Heykel sadece mermerden yapılır, başka şeyle yapılmaz”? Diyemeyiz. Ebru için de aynı şeyi söylüyoruz. Ebru sadece kağıt sanatı olarak geldi ama doğru malzeme, doğru boyama ve doğru yöntemi kullanırsak; Ebru’yu her şeye uygulayabiliriz. Mumun üzerine bile uyguladık biz Ebru’yu.

O.A.: Bu sanatı desen ve renk özellikleri açısından değerlendirmek gerekirse, neler söylenebilir?
H.B.: Buna hiç girmeyin bence, çok kapsamlı bir konu ama şöyle bir şey var; geleneksel Ebru’da –biz hâlâ yaşatıyoruz onu, işin alfabesi olarak- kullandığımız boyar maddeler, doğal maddeler. Yani ‘metal oksitler’. Bu ne demek? ‘Metallerin pasları’. Demir’in pası, Krom’un pası, Kobalt’ın pası, Alüminyum’un pası; bunların hepsi farklı birer renktir. Bir araya geldiklerinde de, tabiatta görmeye alıştığımız bir armoni içindeler. Bunun için Ebru’da renk seçimine dikkat etmiyoruz; hepsi bir şekilde birbirine uyuyor. Ama sentetik boyalar kullandığımız zaman –bazen modern Ebru’larda kullanıyoruz- iki kere düşünmek lazım; hangi yeşille hangi turuncu beraber olacak, hangi mor hangi yeşilin yanında güzel olur.

Kas dokusu da kan dokusu da ‘Ebru’lu

Şekil, desen olarak da Ebru’da zaten bir sonsuzluk var ve bu sonsuzluk, tabiatta var olan bir görüntü. Bazen mikro, bazen makro kozmostaki bir sonsuzluğun görüntüleri... Tıp doktorların kullandığı Histoloji Atlası diye bir kitapları var mesela ve bunlar hep mikroskobik görüntüler. Kas dokusu, kan dokusu, deri dokusu, böbrek dokusu v.s. her neyse; baktığınızda Ebru desenlerine o kadar çok benziyor ki... Çok şaşırtıcı benzerlikler bunlar. Biz bilmiyoruz ama belki de yaratılmadan evvel bunları görmüştük. Ebru’nun bir ilginçliği de buradan geliyor.

O.A.: Klasik Ebru desenlerinin adları neler? En çok hangileri ilgi görüyor?
H.B.: Geleneksel olarak bilinen bazı Ebru deseni türleri; Battal, Gel-git, Taraklı, Bülbülyuvası, Hafif, Somaki, Kumlu-kılçıklı,Çiçek Ebrusu, Hatip Ebrusu, Necmeddin Ebrusu (kendisi mütevazi davranıyor ama belki buraya kendi buluşu olan ‘Barut Ebrusu’nu da eklemek lazım).

Battal Ebru, suya atılan boyaların olduğu gibi kağıda alınması ile oluşuyor. Batıdaki adı ise “Türk Taşı”. Gel-git Ebru, Battal Ebru’nun bir ‘Biz’ yardımı ile yukarıdan aşağı veya sağdan sola doğru çizilmesi ile elde ediliyor ve tüy görünümünde. Taraklı Ebru; Battal veya Gel-git yapılan desenin taraklar yardımı ile çizilmesiyle oluşuyor. Bülbülyuvası, yukarıda bahsi geçen herhangi bir Ebru desenine yine bir Biz yardımı ile sarmal biçimler verilmesi ile elde ediliyor. Hafif Ebru, herhangi bir desen türünün, çok açık, soluk renklerle yapılmasına deniyor ve genellikle yazı zeminlerinde kullanılıyor. Somaki Ebru; mermer ve özellikle de granit görünümünde. Kumlu-kılçıklı Ebru, teknedeki kitreli su bitmeye yakın kirlenip, boyalar da kumlu bir görünüm aldığı için oluşuyor. Bitkisel esaslı boyarmadde Lahor çividi ile de aynı görüntü sağlanabiliyor.

Hatip Ebrusu; kitreli suda hafif bir desen elde ettikten sonra, iç içe damlatılan birkaç renkten oluşan daireler bir tel ile sağa-sola, yukarı-aşağı çekilerek biçimlendiriliyor ve bu deseni Ayasofya Camii hatibi Mehmet Efendi’nin bulduğu sanılıyor. Çiçekli Ebru, genellikle hafif bir Ebru zemin üzerine, Hatip Ebrusunda olduğu gibi boya damlatılarak lale, karanfil, menekşe, sümbül, gelincik, gül gibi çiçek görünümleri verilmesiyle oluşuyor. Çiçek Ebrusu’na, ilk kez ünlü hat ve Ebru ustası Necmeddin Okyay yaptığı için “Necmeddin Ebrusu” da deniliyor.

O.A.: Ebru Sanatı’nın en çok sevildiği ülkeler hangileri? Ebru sanatında isim yapan yabancılar da var mı?
H.B.: Yakın zamana kadar Ebru’ya karşı en büyük ilgiyi Amerika Birleşik Devletleri’nde gördüm. Ancak son yıllarda Türkiye’de bu konuda son derece olumlu gelişmeler var ve kendi öz sanatımızın en iyi icra edildiği ülke haline geldik. Ebru sanatının içinde derin bir felsefe vardır. Buna vakıf olan, kimsenin yaptığı eserler de farklı oluyor tabi.

"Bizim, Ebru’da bir inceliğimiz var"

Bizim, Ebru’da bir inceliğimiz var. Çiçek yapıyoruz mesela ama Avrupa yapamıyor. Zemin Ebruları ve ciltçiler için renkli kâğıt üretiyorlar. Çok güzellerini yaptılar ama çiçek yapamıyorlar. Birçok kere ders verdim, olmadı. İşin inceliğine inebilmesi için, gönülden gelen bir enerjinin olması lazım ki güzel işler yaratabilsin. O manevi enerji, destek şart. Zanaatkârın işine baktığınız zaman da bunu anlıyorsunuz zaten. Avrupa’da ciltçiler bu sanatı çok benimsemişler, yaşatmışlar ve bu anlamda çok ciddi kitaplar yazılmış. Ama bugün durum bambaşka boyutlara ulaştı. Ebru bir soyut sanat anlayışıyla değerlendirilmeye başlandı. Çerçevelenip duvarlara asılmaya başlandı. Resim sanatıyla birleşti. Bununla bağlantılı olarak şunu söylemek isterim; “Uluslararası olmak için ulusal olmak lazım”.

1992 yılında Amerika’da bir Ebru kongresi oldu. Kongreye katılan 300 kişiden, 250’si Amerikalı idi. Bu kişilerin hepsi ciltçi, hattat ve yalnızca Ebru ile uğraşanlardı. Türkiye’den sadece ben vardım o kongrede. Daha sonra 1997 yılında, İstanbul’da bir kongre düzenledik. Orada da yurtdışından 80 kadar kişi vardı. 40’ı Amerika’dan, diğerleri de Avrupa ülkelerinden, Hawaii’den de 2 sanatçı geldi. Dersiniz ki Hawaii neresi, İstanbul neresi? Kalktılar, geldiler. Bütün dünya bu sanatı yaşatıyor. İlk gittiği zaman Türk kâğıdı diye anılıyordu. Yüzlerce yıl bu isimle anıldı. Sonra Mermer Kâğıt oldu. ‘Marbling’ deniyor Ebru’ya. O da çok eski bir sanat ama Ebru ile karıştırmayalım.

Bu konuda bir hatıram var. Danimarka’da Kraliyet Kütüphanesi beni Ebru dersi vermek üzere davet etmişti. Kütüphanenin farklı bölümlerini, arşivleri, cilt yapılan yerleri gezdiriyorlardı. Orada büyükçe bir oda gösterdiler. 1840, 1850, 1860’lı yıllara ait ve dönem dönem kitaplarda kullandıkları Ebrulardan deste deste saklamışlar. İleride bu kitap tamir için gelirse aynı kâğıdı kullanmak, o kitabın orijinalitesini korumak için. İleri görüşlülüğe bakın...

Hiç yorum yok: